22 Şubat 2010 Pazartesi

MASAL

‘Bülent ne annesine ne de babasına benzer o yakışıklılığını kendisini meydana getiren eşsiz aşktan almıştır.’ Yazmıştı Nihal halası Bülent’in on beş yaş doğum gününde davetlilere uzattığı deftere. Kitaplara konu olmamış, filmlerde gösterilmemiş, dilden dile dolaşmamış bir efsane aşkın canlı kanıtıydı genç adam.
Bülent’in babası Murat hayatında ikinci kez binmek zorunda olduğu dolmuşta kendisine gideceği yerin ücretini şoföre vermesi için uzatan beyaz bir ele aşık olmuştu. Gümrükte bekleyen malları almak yerine beyaz eli uzaktan takip etmiş günün sonunda nerede oturduğunu öğrenmişti. Beyaz ellerin sahibi saçlar koyu kahverengi aralarında kendinden ışıldayan kızıllıklarla Murat’ı adeta sarhoş etmişti. Ertesi sabah erkenden evin önünde beklemeye başlamış ve yolunu kestiği Betül’e sevimli bir dille kendinden bahsetmişti. Betül Murat’ın şaşkınlıkla karşılayacağı kadar sakin ve sıcakkanlıydı. Sanki bunun böyle olacağını yıllardır biliyormuş gibi.
Aileler aceleyle alınan nişanlanma kararından hoşlanmadılar ama karşı koymaya kimsenin gücü yetmedi. Tanıştıklarından altı ay sonra ise sadece sevdiklerinin davet edildiği sade bir nikah töreniyle evlendiler.
Aşk tuhaf bir telaşa sürüklemişti her ikisini de birbirlerinden bir an bile ayrılmak istemiyorlardı. Eğer ayrı kalırlarsa biri diğerinin elinden uçacakmış gibi. Birlikte Murat’ın babasının şirketinde çalışmaya başladılar. Evliliklerinin ikinci ayında hamile kaldı Betül. Ailenin son erkek varisini de beklenenden on gün önce doğurdu.
Bülent’in beşinci yaş gününün sabahında Betül her zaman yaptığı gibi kocasıyla birlikte işe gitmek için çıkmadı. Küçük oğluna zaman ayırmak akşamüstü yuvadan gelecek arkadaşları için pasta yapmak istiyordu. Çok az vakit geçirebildiği Bülent’le yatak keyfi yaptıkları sırada, beş yaşından ne beklediğini sordu oğluna. Bülent büyük bir adam gibi biraz düşünceli tam cevap verecekken çalan telefon ‘kaza haberini’ verdi. Murat yanında Betül olmadan ölmüştü. Masal bitmiş Betül kaderinden Bülent ise annesinin telefon ahizesini güçlükle tutan martı misali beyaz kemikli ellerden nefret etmişti.

19 Şubat 2010 Cuma

Bir Deli Bülent (Bölüm 1)

Galatasaray Lisesi’nin yan tarafındaki dar kaldırımlı sokaktan İstiklal’e kavuşmasına birkaç adım kala telefon kulübelerinin önündeki on beş yaşlarındaki elindeki naylon torbadan bali çeken kızı fark etti. Kız bir erkeğe ait olduğu belli olan lekeli, kendisine bol gelen gri bir tişört giymişti. Saçları kirden topaklanmış, yeşil ela gözleri irileşmiş ancak kör bakıyordu. Hayatı olduğu gibi kabullenen barışık insanlar onunla ilgili değilken, akıntıya karşı kürek çekenler illa da kendini kötülüklerden korumaya çalışanlar ondan uzaklaşmaya belli belirsiz gayret ederek adımlarını hızlandırıp geçiyorlardı yanından. Bir tanesi hariç, altmışlarında bir adam saçları beyaz ve dökülmüş olan bir adam kızı uzaktan izliyordu. Üzerinde önü açık ucuz bir palto, mavi gömleği pantolonundan dışarı sarkmış kolunda sahte altın rengi bir saat. Bülent onu görür görmez olanca sakinliğini kaybetmiş kan beynine hücum etmişti sanki. Müdahale etmekle etmemek arasında kısa bir süre kararsız kalmış, daha sonra bugünü olacakları engellediğinde yarın bir başka ‘orospu çocuğu ihtiyar sübyancının, küçük sokak çocuklarına tecavüz edeceğini’ düşünerek yoluna devam etmişti. Yaklaşık beş dakika yürüdükten sonra kendini iyi hissetmemiş ve hızla Galatasaray Lisesine doğru geri yürümüştü. Kız orada değildi adam da…Az sonra olacakları düşününce karnına bir yumruk yemiş gibi hissediyordu ki uzun boyunun avantajı ile kalabalık arasında yürüyen kızı ve hemen peşi sıra onu takip eden adamı gördü.

Takip etmeye başladı, kız karanlık sayılabilecek ara sokaklardan bir tanesine girdi. Sübyancı peşi sıra onu izliyordu. Kız sokağın leş barlarından birinin kapısının önünde toplanan gençlerin arasından geçti. Bilmeden kendisini korumak istercesine kalabalıkla arasında bir mesafe belirledi ve o mesafede torbasındaki baliye gömüldü yeniden. Sokaktaki gençler ondan korkmuyorlardı ve ondan yararlanmak isteyecek kadar ruhlarını satmamışlardı henüz. Sübyancı sokağın sonundaki sokak lambasının gölgesini yansıttığı yerde durup beklemeye başladı. Bir yandan diğerlerinin ilgisini çekmemek için cebinden çıkardığı tespihle oynuyordu. Bülent sokağın başından onun kıza diğerlerine çaktırmadan seslendiğini duyuyor gibiydi. Yaklaştıkça adamın arsız gülüşü ve davetkar bakışları netleşti. Sokağın sonuna geldi Bülent ve gençlerin göz hizasından çıktı.

-Baksana

Yaşlı adam bir an endişeyle döndü. Karşısındaki uzun boylu, kumral saçlarını arkadan toplamış, sırtındaki seyahat çantası ile her an bir yerlere gidecekmiş gibi duran ama yönünü bilemeyen Bülent’e baktı. Nedense yabancı gelmiyordu ona ama nereden tanıdığını bir türlü çıkaramıyordu.
-Ne istiyorsun?

-Ne diye iskele oluyorsun lan kıza…siktir git buradan ağzını yüzünü dağıtırım senin…

-Sana mı sorucam nerede duracağımı, bas git…derken cebinden sustalısını çıkardı yaşlı adam.

İri yeşil gözlü balici kız olanlara kör, durduğu yerde duramaya devam ederken Bülent en hızlı tekmesini savurdu yaşlı adamın göğsüne doğru ve yere yıktığı adamı öldüresiye tekmelemeye başladı. Eğer engellenmemiş olsa erkekliğiyle gurur duyarak küçücük çocuğun ırzına geçecek olan ihtiyar şimdi yaygaracı bir kadın gibi ortalığı birbirine katıyordu. Barın önünde toplanan gençler ve kapı görevlileri koşarken çıkardıkları ayak sesleri, balici kızın kulağında hoş bir melodinin yankılanmasına neden oluyordu. Yaşlı adamı tekmeleyen kahramanını da daha sonra hayal meyal hatırlayacaktı. Yaşlı adamın sübyancının teki olduğunu anlamak için gençlere Bülent’in açıklama yapmasına gerek yoktu. O riyakar haykırışlar adamın tekmeler arasında iki kaşının da açılmasına, burnunun kırılmasına ve çok uzun zaman nefes almasını engelleyecek bir kaburga kırığına sebep oldu. Barın kapı görevlileri engelledi öldürmeyecek tekmelerini. Yeterdi, artık eğlenme dans etme ve içkiye para harcama zamanıydı. Öylece bıraktılar yaşlı adamı. Bülent kıza karnını doyuracak kadar para verip bıraktı. Arkadaşlarıyla buluşacağı yere doğru yürümeye başladı.